29 Ocak 2012

İnsan

Uzun zamandır düşünüyorum ne yazsam, sana nasıl cevap versem diye... Sonunda başlıyorum. Ben de sevmem yazmayı aslında; Çünkü yazmak bana içini açmak gibi gelir. Yazarken kendine hakim olamayıp tüm içindekileri insanlara yansıtırmışsın gibi gelir bana. Benim kadar çok konuşan bir insandan bu cümleyi duymak ilginç gelebilir sana. Ama yazının daha samimi olduğunu, daha savunmasızken ortaya çıktığını düşündüğüm için daha çok insanı anlattığına inanırım. O yüzden yazmayı sevmem, korkarım insanların oluşturduğum duvarın içindekini görmelerinden. Kafamda o kadar çok şey var ki ne yazsam bilemiyorum. Bir kısmını yazmayacağım zaten. Çok konuştuk, çok tartıştık... Bazen seni anlamadığımı düşünüyorsun ama emin ol seni anlıyorum, hissettiklerini biliyorum. Tek farkımız sorunlarla mücadele şeklimiz, senin seçtiğin yolun sana acı vermekten başka bir şey getirmeyeceğini düşünüyorum. Tek istediğim şey huzur diyorsun. Huzuru bulmak senin elinde... İnsan huzurunu kendi yaratır, ben buna inanıyorum. Gerçekten huzur istiyorsan değiştir kafanı, bırak sürekli etrafındakileri düşünmeyi, rahatlayacaksın. Sürekli insanların sana nasıl davrandığını, neden öyle davrandıklarını düşünme... İnsanoğlu bu BENCİLDİR... Herkesin her şeyi yapabileceğini kabul et bak hayat nasıl kolaylaşıyor ve üzülmemeye başlıyorsun. Ve her şekilde insanın yalnız olduğuna inanıyorum. Korkma yalnızlıktan, yüzleş at o korkunu ne kadar güzel olduğunu anlayacaksın. Her şeyden bunaldığın anda yalnızlığın nasıl iyi geldiğini keşfedeceksin....O zaman gitmekten de korkmayacaksın. Yeniliğin iyi olduğunu gitmelerin her zaman hayata yeniden başlamak olduğunu anlayacaksın. Ve inan insan yaşlandıkça hayatına sil baştan yaşamayı kolaylaştırıyor. Hayatındaki fazlalıklardan kurtulup yeni şeyler katıyorsun. Bunlar paha biçilmez bence... Gitmek iyidir bir yanın kal dese de...  Yenilik iyidir. Bağlanma öyle çok, eskilerini bırak, yeniliğe açık ol..... Konudan konuya atladım ama bu seferlik bu kadar yeter... Devamı gelir ne de olsa... Son olarak şunu ekleyeyim bazen hayatı çok ciddiye almamak gerek, geldiği gibi yaşamalı...






hamaksevdalısı

23 Ocak 2012

İki Yol..

 "Bazıları insanları oldukları gibi görür, bazıları da nasıl olmalarını istiyorlarsa öyle..."




Acıyor canım bazen, şimdiki gibi. Nedenlerini sen biliyorsun, süreçleri ben..


Aklından geçenleri biliyorum. Herkesin acı çektiğini, hatta çok büyük acılar çektiğini söyleyeceksin. İşleri bu noktaya sen getiriyorsun, diyeceksin. Beklentilerin diyeceksin, ahmaklığın diyeceksin. Bunları öyle bi diyeceksin ki, haklılığından zerre şüphe duymayacağım. Senden ilgi beklemiyorum, anlayış da beklemiyorum. Anlasan da bana hissettirmezsin, bilirim. İçten içe hep beni koruyup kolladığını da bilirim, merak etme. Ama an gelir, için öyle bir cız eder.. Nefesin kesilir bir an ve içinin o ateşini söndürmek için nafile akar gözyaşın, işte o anlardan birindeyim.
Sürüp giden hayata devam edebilmek için her gün yeni bağlantı noktaları kuruyorum. Bunu yaparkenki tarzımı ben de etik bulmuyorum. Ama her gün deniyorum işte. Günün sonunda bir bakıyorum ki nafile çabalardaymışım yine. Olmayan şeyleri öyleymiş gibi görüyorum. İnsanlar oldukları gibi geliyorlar, ama ben onları kafamda hep idealize ediyorum. Suçlu ve bi o kadar da haksızım. Bu yaptığım ikiyüzlülük; çünkü bir yandan da onları oldukları gibi kabullenmeye çalışıyorum. Sürekli şikayet ediyor ama hiçbir şeyi değiştirmiyorum. Sanırım bu halimi kabulleniyorum.
House'dan duydum diye hatırlıyorum. Geçen sezonlardan birinde asistanıyla konuşurken, kadına şunu söylemişti: "Önemli olan karşındakinin kim olduğu değil, karşındakinin yaralı olduğu.. Bu yüzden bana aşık olduğunu düşünüyorsun. Karşındakinin yarasını tedavi ederken, kendininkini unutmaya çalışacak kadar bencilsin." Ve birkaç sahne sonra da şöyle eklemişti yine aynı asistanıyla konuşurken: "Bazıları insanları oldukları gibi görür, bazıları da nasıl olmalarını istiyorlarsa öyle..."
Teşhisi koyan, dizi gereği de olsa doktorsa, ben ne yapayım şimdi. Bekleme deme bana, ben kendime demiyor muyum sanıyorsun? Senin bana günde üç kere söylediğin şeyleri, ben çoktan hatmettim, ezberden onlarca kere okuyorum. İçimdeki ateşi söndüremiyorum. Başka ateşler yakmayı deniyorum, onun da faydası yok. Çivinin de çiviyi söktüğü, kocaman bir yalandan ibaret aslında. Söylenen her sözde, yüreğime bi yunruk yemiş gibi hissediyorum.


Telaşlanma güzel şeyler de yazacağım buraya. Zaten kendi kendime ümit verme çabalarım yüzünden, günün bir çok saati pek keyifli oluyor. Hayalinden sürekli yeni oyunlar kuran ve bıkmadan bunları oynayan bir çocuk düşün. Sanırım kendim için kurduğum dünya buna benziyor. Kendimi kendime anlatırken kullandığım sıfatlar değişiyor, en çok buna bozuluyorum. Üstelik basitleşiyor ve tekdüzeleşiyorum. İçimin küflendiğini hissediyorum, sanki her şey artık biraz gri.


Gitmek iyi gelir mi, bilmiyorum. Nereye gidersen, kafandakiler de senle geliyor neticede. Düşünmekten vazgeçmiyorsun. Aynı şeylere takılıp, aynı iç sıkıntısının peşinde günler geçiriyorsun, boşa harcanan enerji.. Ama deniz havası iyi gelir belki diye düşünüyorum. Rakı & balık belki.. Gerçi bugüne dek bana verilen rakı sözlerinin pek çoğunun tutulduğuna şahit olamadım daha. Kimseden söz istemiyorum, hiçbir şey için. Zaten bir sonraki saniyeyi yaşamanın bile garantisi yokken, geleceğe dair kocaman sözler vermek, çok büyük küstahlıkmış gibi gelir bana. Ama madem bir söz veriyorsun, neden tutmuyorsun; ben bunu anlamıyorum. Söz verip inandırmak; sonra insanın hevesini kırmak, kocaman sözler vermekten daha büyük küstahlık değil mi? Neden söz verirken, karşısındakinin inanabileceği ihtimalini düşünmez ki insan! Çok dağıtmış olabilirim; ama bünyem adeta serzenişlerle dolu. Serzenişlerimi dile getireceğim insanları seçimimde sıkıntı var, o kadar. Neyse, gidebilmek iyidir. Bunu konuşmuştuk. Fakat şu an mevzu ne gitmek ne de kalmak; mevzu o arada kalmışlık, o sıkışmışlık hissi.. Gideyim diyorum, hem fiziken hem de mecazen ve de kelimenin tam ve tüm anlamlarıyla gideyim (Bu arada bence hiç küçümseme; çünkü TDK'ya göre "gitmek" fiilinin tam 22 anlamı var ki bu bence epey fazla.), ama yemiyor. Kibarlaştırmaya gerek yok, neticede bi sen okuyorsun. Bariz yemiyor işte, çünkü her gidişin bir de dönüşü olabileceğini düşünüyorum. Döndüğümde karşılaşacağım ve hatta karşılaşamayacağım şeylerden korkuyorum. Bu yüzden gidebilmek için, önce dönme ihtimaliyle ilgili o içten içe girdiğim beklentileri kaldırmam gerek. Geri dönüş hesapları yapmamalıyım. Yaparsam zaten gitmenin ne anlamı var ki. İçimdekileri değiştirmeden, gidemem. Gidemiyorum, bari kalayım desem.. E bu halimden mutlu değilim! içim sıkılıyor, söyleniyorum, huysuzlaşıyorum. Onu bunu geçtim, acı çekiyorum. O içsel acı, bi anda fiziksel bir acıya dönüyor ki, tam evlere şenlik.. Kalınca her şey umutlandırıyor insanı, zaten umutlanmaya meyilliyim. Her günün diğerinden güzel olacağını düşünüyorum. Yanılıyorum; çünkü insanların olmadığı gibi günlerin de birbirinden iyi ya da güzel olma zorunluluğu yok. Ama bazen var olmak bile can yakıyor; kendi varoluşun, onun varoluşu, ayrı ayrı varolmak.. Bu yüzden arada kalıyorum.. Gitmenin, kalmanın ve arada bi ortaya çıkan geri dönebilme(si) ihtimalinin birbirlerine göre "fırsat maliyetleri"ni hesaplamak gerekiyor. Kendimi bile bilmiyorken, bunu hesaplayacak iktisat bilgisine sahip olmam da beklenemez bence. İktisatçılardan birine sormaya niyetlendim geçenlerde, İşletmeyi bölüm olarak gereksiz gördüğünden, sorularımı cevaplamaya tenezzül etmedi. Neyse, arada kalmak diyordum. Kafamı toparlayamıyorum bu gece. Muhtemelen yazdıklarımı okuyunca da epey anlamsız ve hatta gereksiz bulacağım. Ama okuyanın sen olmasının verdiği rahatlık var işte. Evet, arada kalmanın yarattığı o sıkışmışlık hissi çöreklendi içime. Saça yapışan sakız gibi adeta, söküp atamıyorum. Saçı komple kesmek gerekecek sanırım. Bunun için de biraz cesaret gerek. Ne kaybederim ki? Üstelik kaybetmek için önce bulmak ya da en azından yerini bilmek gerekir, değil mi?


Hangisi seçmem gerektiğini ve seçmek istediğimi -ki bu ikisi çok farklı şeyler- bilmediğim "iki yol" var önümde. Güçlü bi insan olarak nitelendirdim kendimi hep bu güne dek; ama güç, cesareti de beraberinde getirir mi, işte bunu da pek kestiremiyorum.. Bildiğim tek şey, kendimi zehirlediğimdir. Biraz dinlenmeliyim..




missthesunshine.

14 Ocak 2012

Umut..

Bu yazmaya çalıştığım, bir açılış yazısı değildir..

Ne açılış ne kapanış, ne bitiş ne başlangıç.. Aksine her şeyin ortasında, bir o kadar da her şeye uzak bir anda yazmaya çırpındığım, bitirdiğimde de bir parça huzur bulmayı umduğum bir yazı.. Nedense o bir parça huzur için delicesine çırpınmaktan bir türlü vazgeçemiyorum. 
Yazamam aslında ben; konuşurum genelde. Yazmak çok sistemli ve karmaşık bir iş. O kadar sistemli düşünemediğimi gördün defalarca. Hem düşündüklerimi bir disiplin altına sokmak, onlara haksızlık etmiş gibi hissetmeme yol açıyor. Tüm çağrışımlarımı durduruyor bu yazma işi, hep bir çerçeve içinde kalmama ve her şeyi dandik bir sonuca bağlamama sebep oluyor. Yazdığım zaman, bir tek kendime yazmış olmuyorum üstelik. Gelecekteki "ben"in yazdıklarımı bulup okuduğunda, geçmişteki "ben"le dalga geçeceğine eminim çünkü. 

Yazmak bana yalnız hissetirir bir de.. Yalnız kalmaya dayanamıyorum. Sana saçma geleceğini biliyorum, emin ol bunu umursamam; ama konuşmayı yazmaya yeğ tutan bir insanın, yazarken yalnız hissetmesi sence de normal değil mi? Yazarken ister bir başına ol; istersen sokakta, binlerce kişinin arasında.. Ne olursa olsun, için yalnızdır hep. Ben yazarken öyle hissediyorum en azından. Bu arada yazmanın amacını falan da sorgulamıyorum burada, bahsettiğim fiziksel değil o içsel yalnızlık.. Benim ona tahammülüm yok işte. 
Ama konuşmak öyle mi?! Bir kere kendi kendine sesli düşünmüyorsan, konuşmak için hep birilerine ihtiyacın vardır. Bu durum tahammülsüzlüğümü biraz olsun eritiyor. Dinleseler de dinlemeseler de, konuşurken yanımda birilerinin olması, yalnız hissetmememi sağlıyor. İçinde bulunduğum durumu, geçirdiğim süreci ve daha bir çok şeyi, o an görmezden geliyorum. 
Bir yerden sonra konuşmak, bünyemde placebo etkisi yaratmaya başladı. Her konuşmanın sonu kahkahalarla bitiyor, ama yok ki böyle bir dünya! Bağımlısı oldum konuşmanın, çünkü o kadar muhtacım ki kendimi unutmaya. Bana baktığında gözlerimdeki o aczi gördüğüne eminim. Ama yine de ağzımı her açtığımda, bıkmadan beni dinlediğin için sana müteşekkirim. 
İnsanlar üzerinden kendimi oyalıyorum ve bu bende sanki onları kullanıyormuşum hissi uyandırıyor. Sahiden öyle midir? O da yetmez gibi, mutluluğu da huzuru da kendi üzerimden değil, başkaları üzerinden tanımlıyorum. Aradığım şeyleri kendimde bulamama durumu, beni daimi bir arayışa itiyor ve yoruluyorum artık. Huzursuz olmaktan değil, huzur aramaktan yoruluyorum.. Ve bir gün sahiden huzur denen şeyin olmadığını anlayıp, bu arayıştan vazgeçersem diye korkuyorum. Çünkü bir gün anlayacağım ve işin kötüsü, bunu kabulleneceğim. Kabullenirsem ölürüm.  Benim aramam gerek, benim umut etmem gerek. Umut olmadan, sabah olmasının da bir anlamı yok. 
Uyanmak için umuda ihtiyacım var, her sabah okulun koridorlarını dolanmak, hiçbir şey yokmuşçasına gülümsemek için umuda ihtiyacım var. İnanmaya ihtiyacım var, kendimi inandırmaya.. İyi biri olduğuma, mutlu olduğuma..  Ve sonra ne oluyor biliyor musun? Sahiden inanıyorum ben! İyi biriyim, mutluyum, keyfim yerinde ve daha bir sürü şey.. O saçma neşe yerleşiyor sonra içime, gerçekten umut edebiliyorum o zaman. Gerçekten içten gülebiliyorum. Konuşmak diyordum ya birkaç paragraf önce, konuşunca yalnız kalmıyorum, yalnız kalmadığım için düşünmüyorum, düşünmeyince de kendim için yarattığım bu illüzyonu bozmuyorum. 
Mutluluğu yaratabiliyorum ama gel gör ki, huzuru yaratamıyorum işte. Yalnızken huzur değil, derin bir korku ve kaygı doluyor içime. Gitmiyor, gönderemiyorum. İşte o zaman oldukça yüksek bir insan enflasyonuna maruz bırakıyorum kendimi.  Sırf ne hissettiğimi hissetmemek için, yeniden konuşmaya başlıyorum. Konuşuyorum, konuşuyorum, konuşuyorum.. Günlerce, gecelerce..Yeniden inanana dek, yeniden umut edene dek.. Aynı şeyleri, aynı insanlara, onları bıktırana dek anlatıyorum. Kim bilir aynı hikayeleri benden kaç kere dinlemişsindir?! Ama lanet olsun ki, hayatımı döndürebilmek için ve devam edebilmek adına sebepler bulabilmek için bunu yapmaya ihtiyacım var. Bu bir kısır döngü. Aksini yapamadıkça, şikayet etmeye de hakkım yok..

"Cumartesileri seviyorum." derdi babam. "Cumartesileri seviyorum; çünkü ertesi gün pazardır." Ben de öyle hissediyorum. Pazarları sevdiğim için, cumartesileri de seviyorum. Ertesi günün pazar olmasının kesinliğini seviyorum, pazar gününün bana ne getireceğini bilmeden, ama hep iyi şeyler getireceğini umut ederek..  Pazarları seviyorsam, cumartesilerimin böyle umut dolu oluşundandır.. 




missthesunshine.